DELİL-İ AKLÎ |
Akıl yolu ile bulunan delil. Nakil yolu ile olmadan, düşünülerek bulunan delil. |
|
DELİL-İ ARŞÎ VE SÜLLEMÎ |
Eski mantıkta Vahdaniyyet-i İlâhiyyeyi ve teselsülün muhaliyyetini isbat bahislerinde geçen delillerdendir. |
|
DELİL-İ İHTİRA' |
Cenab-ı Hakk'ın yeniden icad ederek yarattığı şeylerden meydana gelen, kendi zâtına mahsus delil. Buna
misâl olarak birini zikredebiliriz:(Cenâb-ı Hak hususi eserlerine menşe ve kendisine lâyık kemâlâtına me'haz
olmak üzere her ferde ve her nev'e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp
giden, hiçbir nev' yoktur. Çünkü bütün enva'; imkândan vücub dâiresine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de
bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudusu, yani,
yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudusu zaruret-i akliye ile sabittir. Demek, hiçbir
şeyin ezeliyyeti cihetine gidilemez.Ve keza, ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, envâın
sayısı iki yüz bine bâliğdir. Bu nev'ler için birer âdem ve birer evvel baba lâzımdır. Bu evvel babaların ve
âdemlerin dâire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran behemehâl, vasıtasız, kudret-i
İlâhiyyeden vücuda geldikleri zaruridir. Çünkü, bu nev'lerin teselsülü, yani, sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve
bazı nev'lerin başka nev'lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünkü, iki nev'den doğan nev,
alelekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenâsül ile bir silsilenin başı olamaz.Hülâsa: Beşeriyet ve sâir
hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda
kesilip bitecektir. İ.İ.) |
|
DELİL-İ İMKÂNİ |
İmkâna âit olan delil. $âyeti ile işaret edilmiştir. Bu delilin hülâsası: "Kâinatın ihtiva ettiği zerrelerden her
birisinin gerek zâtında, gerek sıfatında, gerek ahvâlinde ve gerek vücudunda gayr-i mütenahi imkânlar,
ihtimâller, müşkülâtlar, yollar, kanunlar varken; birdenbire o zerre gayr-i mütenâhi yollardan muayyen bir yola
süluk eder. Ve gayr-i mahdut hâllerden bir vaziyete girer. Ve gayr-i ma'dut sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır. Ve
doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada, harekete başlar ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi
bir hikmet ve bir maslahatı derhal intac eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi ancak o zerrenin o
çeşit hareketiyle olabilir. Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin mâcerası, lisan-ı hâliyle, Sani'in
kasd ve hikmetine delâlet etmez mi?İşte her bir zerre, müstakillen kendi başıyla Sâni'in vücuduna delâlet
ettiği gibi, küçük büyük herhangi bir teşekküle girerse veya herhangi bir mürekkebe cüz' olursa, girdiği ve
cüz' olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâni'ine olan delâletini muhafaza eder. İ.İ.) |
|
DELİL-İ İNAYET |
Allah'ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel
nizam ve tam esaslı san'at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini
gösteriyorlar.(Sâniin vücud ve vahdetine işaret eden delillerden biri de İnayet delili'dir. Bu delil; kâinatı ve
kâinatın eczasını ve envâını ihtilâlden, ihtilâftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususâtını intizam altına almakla
kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu
nizamdır. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün Ayât-ı Kur'aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu
nizamın tecellisine mazhardır. Binaenaleyh, bütün mesalihin, fevaidin ve menafiin mercii olan ve kâinata
hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delâlet ettiği gibi, O nâzımın kasd ve
hikmetine de delâlet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu
yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumi bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye
kadir değilsen, insanların telâhuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı
(duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek
nizamı göresin.Evet, kâinatın herbir nev'ine dâir bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir. Fen ise kavaid-i
külliyeden ibarettir. Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delâlet eder. Zira nizamı
olmayanın külliyeti olamaz. Meselâ: Her âlimin başında beyaz bir imâme var. Külliyetle söylenilen şu hüküm,
ulema nev'inde intizamın bulunmasına bakar. Öyle ise, umumi bir teftiş neticesinde fünun-u kevniyeden
herbirisi, kaidelerinin külliyeti ile kâinatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir. Ve herbir fen nurlu bir
bürhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin
değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâniin kasd ve hikmetini ilân ediyorlar. Adeta vehim şeytanlarını
tardetmek için herbir fen, birer necm-i sâkıbdır. Yani, bâtıl vehimleri delip yakan birer yıldızdırlar.Ey arkadaş! O
nizamı bulmak için umum kâinatı araştırmaktansa, şu misale dikkat et, matlubun hasıl olur.Göz ile
görünmeyen bir mikrob, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i İlâhiyeyi hâvidir.
O makine mümkinattan olduğundan, vücud ve ademi, mütesavidir. İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O
makinenin bir illetten vücuda geldiği zaruridir. O illet ise, esbab-ı tabiiyye değildir. Çünki, o makinedeki ince
nizam, bir ilim ve şuurun eseridir. Esbab-ı tabiiyye ise; ilimsiz, şuursuz, câmid şeylerdir. Akılları hayrette bırakan
o ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş'et ettiğini iddia eden adam, esbabın herbir zerresine Eflatun'un
şuurunu, Calinos'un hikmetini i'ta etmekle beraber; o zerrat arasında bir muhaberenin de mevcut olmasını
itikad etmelidir. Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaiyi bile utandırıyor. Maahaza,
esbab-ı maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i câzibe ile kuvve-i dâfianın, inkısama kabiliyeti olmıyan bir
cüz'de birlikte içtimaları iltizam edilmiştir. Halbuki bunlar birbirlerine zıt olduklarından, içtimaları câiz değildir.
Fakat, câzibe ve dâfia kanunlarından maksat âdâtullah ile tâbir edilen kavanin-i İlâhiyye ise ve tabiatla
tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyye ise, câizdir. Lâkin kanunluktan tabiata, vücud-u zihnîden vücud-u haricîye,
umur-u itibariyyeden umur-u hakikiyyeye, âlet olmaktan müessir olmaya çıkmamak şartiyle makbuldür. Aksi
takdirde câiz değildir.Ey arkadaş! Misâl olarak gösterdiğim o küçük hurdebini hayvancığın yani mikrobun
büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklın ile gördüğün takdirde başını kaldır, kâinata bak! Emin ol ki,
kâinatın vuzuh ve zuhuru nisbetinde o yüksek nizamı, kâinatın sahifelerinde pek zâhir ve okunaklı bir şekilde
görüp okuyacaksın.Ey arkadaş! Kâinatın sahifelerinde "Delil-ül-İnaye" ile anılan nizama ait âyetleri
okuyamadı isen sıfat-ı kelâmdan gelen Kur'an-ı Azîmüşşan'ın âyetlerine bak ki, insanları tefekküre davet
eden bütün âyetleri şu delil-ül-inaye'yi tavsiye ediyorlar. Ve ni'metleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül
inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet
$cümleleriyle o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. İ.İ.) |
|
DELİL-İ İNNÎ |
(Bak: Bürhan-ı innî) |
|
DELİL-İ NAKLÎ |
Kur'an, Hadis-i Şerif veya diğer mukaddes kitaplardaki verilen haberler ile olan delil. |
|
DELİL-İ SÜLLEMÎ |
(Bak: Delil-i arşî, Arş ve süllem) |
|
İTTİZAH-I DELİL |
Delilin açık, vazıh ve aşikâr olması. |
|
NAKLÎ DELİL |
Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle
alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini
görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur'andan herkesin istifade etmesine
ait hususlar ise: Tefekkür, faziletler ve havf ü rica ve bilhassa, ahkâm-ı diniyenin hikmetlerini ve hakkaniyet
delillerini görmek gibi ibret derslerine ait olup, ahkâm-ı şer'iyeye ait değildir. (Bak: Edille-i erbaa, Fetva) |
|
|